“Zeytin Dağı”

2012-10-11 08:26:53

Türk Eğitim Sen şube başkanı Nizamettin Torun Suriye ile yaşanan olaylarla ilgile yazılı açıklama yaptı.

Torun yaptığı açıklamada; “Suriye ile aramızda savaş rüzgârları esiyor. Güle oynaya Şam’a sefere hazırlanıyoruz. Belki daha ileri de gideriz. Bu yolculukta F. Rıfkı Atay’ın Zeytin Dağı isimli eseri bize kılavuzluk edebilir. Kısaca tanıtayım.
Zeytin Dağı, Falih Rıfkı Atay’ın I. Dünya Savaşı içerisinde Kanal Harekatı’nı anlattığı, küçük hacimli ama çok mükemmel eseridir. Esere ismini veren Zeytin Dağı Kudüs’te, 4. Ordu’nun karargahının bulunduğu bir tepedir. Yazar, Cemal Paşa’nın karargâhına İhtiyat zabiti olarak gelmiş, sonra özel kalem muavini görevinde bulunmuştur. Karargâhta geçirdiği dört yılı, iki başarısız Kanal Harekâtını, Suriye’yi, Filistin’i ve bozgun sonucu Anadolu’ya dönüşü anlatmıştır. Biz sözü yazara bırakalım:
 “Suriye ve Arabistan’da bürokrasi tam Arap, yahut yarı Arap’tır. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka Araplaşmamış Türk’e az rast geliyordum.
Arap milliyetçiliği güden Şamlı Azimzadeler, Konya’dan gelme Kemik Hüseyin torunları idi. Haleb’in ileri gelen ailelerinin asılları Türk’tü. Osmanlı İmparatorluğunda itibar, azınlığın imtiyazı olduğu için Müslüman azınlığın çocuğu olmak, Türk olmaktan daha faydalı idi.
Bir Kürt zaptiye çavuşunun kütüğünden gelen Abdurrahman Paşa, dedesi ve babası vergi çaldığı için, zengin, Araplaşmış olduğu için de Ayan üyesi idi. Suriye Filistin ve Hicaz’da:
Türk müsünüz?
Sorusunun birçok defalar cevabı:
Estağfurullah! İdi.
Bu toprakları ne sömürgeleştirebilmiş, ne de vatanlaştırmıştık. Halep’ten bu tarafa geçmeyen tek şey yalnız Türk kağıdı değil, ne Türkçe ne de Türk geçiyor. Halep’ten Aden’e kadar süren o koca memlekette bir Arap meselesi vardı zannetmeyiniz. Arap meselesi denilen şey Türk düşmanlığı idi.
Osmanlı Devleti buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi.
Gür sakalları baharat kokan Dürziler, saçları örgülü Yahudiler, elleri meşinleşmiş urban ve entarili Araplar, hepsi Türk ordusu, Kanala doğru giderken, dar Suriye ve Filistin kıtasında iki safa ayrılmış:
“-Geç yiğidim, geç!” diyordu.
Halep, büyük bir şehir, Şam büyük bir şehir, Kudüs büyük bir şehir ve hepsi ağyar idi. Lübnan havası, bize Dobruca havasından yüz kat daha yabancı idi.
Fakat her yer:
-Bizim, diyorduk.
Şam, evimiz kadar bizim, Lübnan bahçemiz kadar bizim.. Oysa, Mısır’ı fethe çıkan Cemal Paşa, Kudüs’te, Şam’da, Lübnan’da Halep’te oturduğu zaman, bir işgal ordusunun kumandanı gibi bir şeydi.
Osmanlı İmparatorluğu, Trakya’dan Erzurum’a doğru koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile karışık emilen bir sağmal idi.
Bir sabah kumandanın odasına girdiğim zaman gözlerinin ağlamaktan yorulmuş olduğunu gördüm. Kudüs İngilizlerin elinde idi.
Oradaki son Türklerin nasıl kahramanca vuruştuklarını masanın üstündeki telgraftan okudum.
Karargahın içinde: “Kudüs düştü!” sözü ölüm haberi gibi yayıldı. Daha şimdiden Beyrut’a, Şam’a, Haleb’e gözyaşlarımızı hazırlamak lazımdı.
Artık Şam’dan ayrılıyoruz. Cemal Paşa İstanbul’da istifa edecektir.
Kumandanım harap Anadolu topraklarını gördükçe :
-Keşke görevim buralarda olsaydı, diyor. Eğer kalırsam, diyor; bütün emelim Anadolu’da çalışmaktır.
Eğer kalırsa, eğer bırakılırsa.. Anadolu hepimize hınç, şüphe ve güvensizlikle bakıyor. Yüz binlerce çocuğunu sökerek aldığımız bu anaya, şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz. İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene:
-Benim Ahmed’i gördünüz mü? Diyor.
Hangi Ahmed’i? Yüz bin Ahmed’in hangisini?
Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor:
-Bu tarafa gitmişti, diyor.
O tarafa? Yemen’e mi, Medine’ye mi, Kanal’a mı, Sarıkamış’a mı, Bağdat’a mı?
Ahmed’i buz mu, kum mu, skorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi?
Hayır.. Hiç birimiz Ahmed’ini görmedik. Fakat Ahmed’in her şeyi gördü.
Ahmed’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek.. Biz Ahmed’i bir kumarda kaybettik.
NOT: Diyarbakır Emniyet müdürü “Dağda ölenlere ağlamayanlar insan değildir.” Buyurmuş. Dağda ölenlere ağlamayanlar 2000’lerin başında terörü sıfır noktasına getirdiler. Eğer aynı kararlılıkla terörle mücadele edilseydi verilen bunca şehit için biz ağlamazdık, dağda ölenler olmayacağı için sayın müdürümüz de ağlamazdı. Şimdi Diyarbakır Emniyet Müdürü olarak hem operasyon öncesinde hem de operasyon sonrasında ağlamak zorunda, yazık.” ifadelerine yer verdi.

Serhad Artvin Gazetesi © 2012 Tüm Hakları Saklıdır.
İnönü Caddesi. Karahan İşhanı No:16/A - ARTVİN -- Tel :0(466) 212 11 29 - Faks: 0(466) 212 38 84 - E-Posta: osengun{at}hotmail.com