Geçmişten Bugüne Artvin ve Yusufeli Halkının İnançları
Her yörenin her ilin kendine özgü doğa üstü halk inanmaları vardır. Bizde Artvin’de ve Yusufeli ilçesinde halk arasında yangın olan bazı halk inançlarından bir kesit sunacağız. Yusufeli Külliyatı Eserinden derlenen inançlardan bir kısmını siz değerli okuyucularımızla paylaşıyor.
Dinlerin birbirlerine kuramsal konumu ve tarihlerinin ortaklığı sorunundan ayrı olarak, halk inançlarında evrensel birçok inanç kategorisi iç içe bulunmaktadır. Bunların temelinde ilahi veya iyicil-kötücül güçlere sığınma ve kefaret Uğur ve nazar kavramlarıyla ilkel dinlere ait kabul edilen büyü ve inançlar bu temelden kaynaklanır.
Günlük yaşamımızda talih ve e müdahale olanağı sağlayan ´şans´ getirici eşya ve uğursuz kabul edilen zaman, davranış ve eşyanın birçok örneği görülmektedir.
Yusufeli folklorunda halk inanmaları (boş inançlar) önemli bir yer tutar.
Öyle inanmalar vardır ki halkın sosyal hayatını etkiler. İnsanlar işlerini zaman zaman bu inançlara göre ayarlarlar. Bu halk çoğunlukla Türklerin Şamanlık dönemlerinden kalmadır.
Türkiye Türkleri ve yurt dışındaki çeşitli Türk boy ve oymaklaR arasında, burada yer verilen ve verilmeyen halk inançlarından birçoğu ortaktır. Yaşar Kalafat´ın Dağıstan halkları arasında yaptığı araştırmalarda, Dağıstan´ın Kumuk, Terekeme (Karapapak) Türklerinden derlemiş olduğu halk inançları incelendiğinde, bunlardan çoğunun Yusufeli´deki inanmalarla aynı ve ortak olduğu görülür[1] (örneğin: Al basması, uylak inanması, kurt ağzı bağlama, godu gelin, nazar için kurşun dökme). Ayrıca "köpeğin kurt gibi ulumasının, horozun zamansız ötmesinin uğursuzluk getireceği; baykuşun konduğu evden bir ölünün çıkacağı; balta yere/toprağa saplanınca yağmurun dineceği... vb gibi daha pek çok inanç da ortaktır. Halk inançları arasında ´kuş yenkmesi inancı´ gibi, insanları güzel alışkanlıklara yönelten inanmalar da vardır. Buraya alınan halk inançlarının çoğu günümüzde unutulmuş ya da toplum üzerindeki eski etkisini yitirmiş durumdadır.
Bir kadının hamile kalmasından itibaren, hamileliği, doğumu, loğusalığı ve bebeğin "kırkı çıkana" (kırk gününü doldurana) dek geçen süre içerisinde bu konuyla ilgili inanmalar ve bu inanmaların etkisiyle uygulanan/yapılan işler bile başlı başına bir konu oluşturmaya yeter. Doğum yaptırma, loğusanın ve çocuğun bakımı, çocuğun ve annenin "kırklanması", diş hediği gibi görenekleri etkisi altına alarak, bu göreneklerin uygulanmasını yönlendiren, belirleyen inanmalar, günümüzde geçerliliğini koruyan halk inançlarının başında gelenleridir.
Doğa Olaylarıyla İlgili İnançlar
Yağmur, Dolu
Uzun zaman yağmur yağmadığında, kuraklık başladığında, yağmur duasına çıkılır. Yağmur duasına çıkılacağı zaman önce camide Kur´an okunur. Daha sonra bütün köylü toplanır, köyün dışında -şehit yahut evliya mezar varsa, burada- yağmur duası yapılır ve kurban kesilir. Demirkent köyünde, yağmur duası edilirken, köylüler, elbiselerini çıkarıp ters giyerler ve ellerini aşağıya doğru açıp duaya katılırlar. Böylece havanın tersine döneceğine ve yağmur yağacağına inanılır.
Yağmur yağması için çocuklar da godu gelin ile yağmur duasına çıkarlar. Uzunca bir süpürgeye yahut ağaç dalına + şeklinde bir çubuk bağladıktan sonra buna kadın elbiseleri giydirir, başına da yazma bağlarlar. Buna godu gelin veya süpürge gelin denir. Köyün çocukları bir araya toplanır; çocuklardan biri bir bakraç yahut küçük kazan, bir diğeri de külek (ağaç kova) alır; godu gelini de yanlarına alarak, "Godu gelin ne ister / Kaşık kaşık un ister / Kepçe kepçe yağ ister / Allah´tan yağmur ister," tekerlemesini ezgiyle söyleyerek bütün köyü ev ev gezerler, her evden birer parça un ve yağ toplarlar. Çocuklara un ve yağ veren köylü kadınlar, arkalarından su serperek çocukları ıslatırlar. Topladıkları malzemeyi birinin annesine verirler ve köyün dışına dua etmeye giderler. Çocuklar yağmur yağması için Allah´a dua ederlerken, anneleri, topladıkları un ve yağlardan bişi (yağda hamur kızartması) pişirir, köye dönen çocuklar bu bişileri hep birlikte yerler. Bu yağmur duasına ve godu gelin gezdirmeye sabahın erken saatlerinde başlanır, o gün çocuklar oyun oynamazlar.
Gökte, gözleri görmeyen iki melek vardır, bunlar, dolu yağdırmakla görevlidirler. Ellerindeki büyük kalburlarla yere dolu yağdırırlar ve kör oldukları için de nereye yağdırdıklarını bilmezler. Dolu yağarken, yüksekçe bir yere çıkıp ezan okunursa, bu melekler, Müslüman bir memlekete dolu yağdırdıklarını anlarlar ve kalburlarını başka tarafa çeviriler, dolu durur.
Eve kar veya dolu getirmek, kar veya dolunun daha şiddetli yağmasına neden olur.
Oğdar (Günyayla) köyünde, yağmurun dindirilmesi üzerine olan inanmalar şunlardır: Bir muska yazdırılıp, bu muska Evliya Tepesi´nde toprağa gömülürse; köydeki eski sepetler bir araya toplanıp yakılırsa; yağmurun altına kesici tarafı üste (yukarıya) gelecek şekilde bir balta koyulursa veya bir tava ters çevrildikten sonra tabanına tuz dökülüp yağmur altında bırakılırsa yağmurun geri alacağına/dineceğine inanılır.
Demiryürek ve Öksüz, Demirkent köyünden derledikleri yağmur ve dolu üzerine şu inanmalarını aktarırlar:
Bir yere günlerce üst üste çok yağmur yağıp sonunda orayı sel götürdüğünde, orada yaşayan bir kadının yasak bir ilişkiden gizlice çocuk doğurduğuna, bu çocuğu öldürüp gömdüğüne; yağmurun, o çocuğu gömüldüğü yerden çıkana kadar yağacağına ve en sonunda da selin gelip o çocuğu çıkaracağına inanılır.
Köyde dolu çok şiddetli ve uzun süre yağdığında yüksekçe bir yere çıkılıp ezan okunduğunda dolu yağmasının duracağına inanılır. Yine dolu yağmasını durdurmak için, bir tencere ters çevrilerek dolunun altına konur. Çıkan sesten dolunun duracağına inanılır. Bu inanışlar, Eski Türkler-deki göğe doğru ok atma inanışıyla benzerlik gösterir.
Doluyu durdurmak için, anasının ilk çocuğu olup adı Fatma olan bir kadın, aldığı dolu tanesini koltuk altına koyar. Böyle birisi yoksa, orada bulunan kadınlardan birisi bunu yapar.
Doluyla birlikte gökten taşlar düştüğüne inanılır. Bu taşlar iki çeşittir: Biri yürek taşı, diğeri huto taşı. Yürek taşı suyun içine konulursa, o sudan içen çocuğun korkularının geçeceğine inanılır, korkak çocuklara bu sudan içirilir. Huto taşı ise şifalı bir taştır. Böcek sokmalarında, zehirlenmelerde bu taş suya konur, biraz bekledikten sonra bu suyu içen kişinin zehirden arınacağına; ayrıca huto taşı süte konduğunda, sütün yoğurt olacağına inanılır. Bu iki taşın, dolu yağarken insanın önüne düştüğüne, ama herkese görünmediğine inanılır. Huto taşı, ortası delik, hafif kızıl renktedir. Yürek taşı ise sarı tonlarında yarı şeffaf bir taştır. Bunlar halen daha köyde bazı evlerde bulunmakta ve şifa arayanlar buralara gitmektedir. Bu taşlar Şamanizm’de önemli bir yer tutan ya da taşı ile benzerlik gösterir.
Rüzgâr
Halk inancında, "rüzgâr, erkektir." Çok estiğinde, "Esme oğlan, sana kızımı vereceğim," denir, rüzgârın duracağına inanılır. ´
Günlerle İlgili İnançlar
Yılbaşı
Yılbaşı geceleri köylerde alan-palan düzenlenir. Özellikle gençlerden bir grup, ellerine aldıkları zembillerle köyü gezerler. Köylerde evlerin kapılarını kilitleme âdeti olmadığından, kapıları açarak kendilerini göstermeden zembili evin içine fırlatırlar ve alan-palan tekerlemesini söyleyerek saklanırlar.
Alan-palan geceleri, evlerin bacaları, Verenin koç oğlu olsun, vermeyenin kör kızı.
Ev sahibi, zembili küme (cevizli sucuk), ceviz, pestil vb. çeşitli yiyeceklerle doldurup kapının önüne koyar, gençler, görünmeden gelip zembili alırlar. Alan-palan sonunda gençler bir yerde buluşurlar ve topladıkları yiyecekleri, çerezleri hep birlikte eğlence içinde yerler.
Morkaya köyünde, yılbaşında ceviz ya da çıra kırılmaz. Kırılırsa, o yıl malın-davarın ayağının kırılacağına, zayiat olacağına inanılır.
Abrilin Beşi
"Eski hesap ile" (Rumi takvime göre) nisan ayının beşinci günü. Halk dilinde nisan ayı abril. Bugünkü takvimde nisanın 18. günüdür. Bu gün havanın çok soğuk olacağına inanılır. Kış aylarından bile daha soğuk bir gün olacağına inanılan abrilin beşinde, dağlardaki hayvanların bile soğuktan telef olacağı inancı vardır. Halk, bu günü şu dörtlükle anlatır ve ifade eder:
Korkma zemherinin kışından Kork Abrilin Beşinden Öküzü ayırır eşinden Kuzgunu doyurur leşinden.
Haziranın Yirmi Biri
Bu tarih, gündönümü olması sebebiyle önemlidir. Bu günde bütün [Demirkent] köylüler bir araya gelerek, yazın gelişini kutlamak için Cincerli Taş denen yere giderler. Burada eğlenceler düzenlenir, güreşler yapılır, yenilir-içilir ve dualar edilir, akşama doğru eve dönülür. Böyle
yapıldığında o yılın bereketli geçeceğine inanılır.
Hıdırellez
Hıdırellez günü sabahında olması istenen dileğin bir kâğıda yazılarak gül dalına asılması ya da dibine gömülmesi halinde o yıl içerisinde dileğin gerçekleşeceğine inanılır. Hıdırellez günü, gül ağacının dibine dualarla fidan dikilir ya da tohum ekilir. Böylece duaların kabul olacağına inanılır.
Uğurlu ve Uğursuz Günler Üzerine Olan inanmalar
Demirkent yöresi köylerde ve Günyayla köyünde, aileler, uzun zaman "günleri denerler" ve hangi günlerin kendileri için uğurlu, hangilerinin uğursuz olduklarını belirlerler, böylece her ailenin uğurlu veya uğursuz bir günü/günleri olur. O aile, uğursuz günlerinde mezraya, yaylaya veya seyahate çıkmaz. İlçede günlerin uğurlu-uğursuzluğuna ilişkin diğer genel-yaygın inanmalar:
1. Uç çarşamba üst üste aynı iş yapılırsa o iş aksar. 2. Ayın son çarşambası bir işe başlamak uğursuzluk getirir. 3. Cuma günü, özellikle de Cuma namazı saatinde iş yapılmaz, çeyiz hazırlanmaz, günah olduğuna inanılır. 4. Haftanın uğurlu sayılan günleri cuma, cumartesi ve salı günlerinde çamaşır yıkanmaz. 5. Salı günü yola çıkılmaz, elişine başlanmaz, uğursuzluk getirir. 6. Cuma günü yorgan kaplanmaz, oduna gidilmez, hamur yapılmaz, ev süpürülmez ve evden dışarıya hamur mayası verilmez. 7. Cumartesi günü ekin ekilmez, meyve toplanmaz.
Mitolojik veya Hayali Varlıklar ile İlgili İnanmalar
Cadı
Artvin´de cadıya verilen genel ad Cazi’dir. Tüm Artvin´de cadıya cazi denirken, Yusufeli´de kuyruklu, poçikli, cindilli gibi adlar da verilir.
Çok zeki, kurnaz, sinsi, önsezileri kuvvetli kişilere de cazi yakıştırması yapılır. Cazilenmek deyimi de, kadınlar için "bir kurnazlık, fesatlık ve kötülük düşünmek" anlamında, sık kullanılan bir deyimdir.
Cadı inancı, dünyanın en yaygın halk inançlarındandır. Genel cadı inancında olduğu gibi, Yusufeli´deki inanışa göre de cadılar, kılıktan kılığa girebilen yaşlı kadınlardır.[2] Bunların içinde en yaygın olanı, cadıların örümcek kılığına girdikleri inancıdır. Yaptığım derleme çalışmaları sırasında kedi ve yılan kılığına giren cadı anlatıları da tesbit ettim. Cadılar genellikle loğusa kadınlara ve yeni doğmuş bebeklere tayin (musallat) olurlar; süt bebeklerini, ciğerini çıkarıp yiyerek ya da boğarak öldürürlermiş. Yusufeli´de cadıların, bebeklerin ciğerlerini çıkarıp yedikleri inancı yaygınken Avrupa´da, cadıların, bebekleri çalıp yedikleri anlatılır. Hindistan cadıları için de insanların kalbini yemeyi yeğledikleri rivayet edilir.
Cadıların bir parmak uzunluğunda kuyrukları olduğuna ve bu kuyruğun yalnızca suyun içinde ortaya çıktığına inanılır. Cadı olduğundan kuşkulanılan kişi, su dolu leğene oturtulur, suyun içindeyken kuyruğu çıkarsa o kişinin cadı olduğuna kanaat getirilirmiş. İnanışa göre, cadının kuyruğu sızladığı zaman can almak istermiş. Kuyruk kızgın demirle dağlanırsa cadılığı bitermiş. Hıristiyan dünyasında bir insanın cadı olup olmadığını anlamak için onu vaftiz suyuna atarlar, eğer suya batmıyorsa cadı olduğuna karar verirlerdi. Ünlü seyyah İbn Battuta da aynı inanç ve uygulamaya Hindistan´da tanık olmuştur. Orada da cadı olduğundan şüphelenilen kişiler küplere bağlanarak Cuma Nehri´ne atılıyor, suya batmayanlar cadı sayılıyormuş.
Avrupa kilise anlayışına göre, cadılar vücutlarına çeşitli merhemler sürüp şuruplar içmek suretiyle havada uçabiliyorlardı. Yusufeli halk inancında cadıların uçmak için herhangi bir şey kullandıklarına dair anlatı yoktur. Uçma olayı dünyanın çeşitli kültürlerinde ortak olsa da uçarken kullandıkları binitler değişkenlik gösterir. En yaygın bilinen binit aracı, cadılarla özdeşleşmiş olan süpürge olmakla birlikte köpek, teke, koç, küp gibi çeşitli araçların da kullanıldığı rivayet edilir. Morkaya köyünden derlediğim bir hikâyede cadının ağaç tekneye bindiği belirtilir. Cadılar, toplantılarına ve
cadı meclislerine bu binitlere binerek giderlermiş. Cadı meclisleri inancı Yusufeli´de de vardır.
Cadılığı herhangi bir şekilde ortaya çıkan, ifşa olan, cadı olduğunu itiraf eden ya da kuyruğu dağlanan cadı çok yaşamaz, kısa zamanda ölürmüş. Cadının kılığına büründüğü yaratığa (örümcek, kedi, yılan vb) yapılan şeyin aynısı cadı kadına da olurmuş. Örneğin, örümcek suretine sıcak su serpip yakılırsa gerçekte de cadı kadın sıcak su ile yanar; kedi dövülürse cadı da dövülmüş gibi olurmuş... Cadı anlatılarının hemen tamamında bu olguya yer verilir, böyle bir olaya maruz kalan cadının evde yanmış, dövülmüş ya da yaralanmış olarak görüldüğü belirtilir ki, cadı hikâyelerini inandırıcı kılmak için anlatılan en önemli unsurlardan biri de budur.
Gerçekte yaşanmış olduğu ısrarla vurgulanan, kuşaktan kuşağa aktarıla gelen cadı ve cadılık olayları, geçmişte su götürmez bir gerçek olarak kabul ediliyorken, günümüzde cadı inancı, kırsal kesimde edindiği muhkem yerini yitirmek üzere. Halk inancı ve sözlü edebiyatta tahtı sarsılan cadılar, sinema filmleri ve televizyon dizilerinde yuvalanmaya çalışırken kötülükleri ve çirkinlikleri de şirinliğe doğru çevrilmeye başladı.
Cadılar üzerine, gerçekten yaşanmış olduğu ısrarla söylenen sayısız hikâye anlatılır.
|