Türk Eğitim Sen Geniş Katılımlı İstişare Toplantısı Gerçekleştirdi

2014-04-21 05:17:42

 Türk Eğitim Sen Geniş Katılımlı İstişare Toplantısı Gerçekleştirdi

Türk Eğitim Sen Artvin Şubesi, Genel Merkez Mevzuat Sekreteri M. Yaşar Şahindoğan ve Genel Merkez Eğitim ve Sosyal ilişkiler sekreteri Cengiz Kocakaplan’ın katılımıyla istişare toplantısını gerçekleştirdi.

Türk Eğitim Sen Artvin Şubesi tarafından gerçekleştirilen istişare toplantısı sendika binasında gerçekleştirildi. Toplantıya Türk Eğitim Sen Genel Mevzuat Sekreteri M. Yaşar Şahindoğan, Türk Eğitim Sen genel Eğitim ve Sosyal İlişkiler sekreteri Cengiz Kocakaplan, Türk Kamu Sen İl Temsilcisi Uğur Özer, Türk Eğitim Sen Artvin Şube Başkanı İsrafil Bayrak, Türk Sağlık Sen şube Yönetim Kurulu üyeleri, Türk Eğitim Sen eski Artvin Şube başkanı Nizamettin Torun, Sendikanın ilçe ve iş yeri temsilcileri, Milli Eğitim ve Üniversite bünyesindeki görev yapan Türk Eğitim Sen üyeleri, Kamu Sen’e bağlı diğer sendikaların şube yönetim kurulu üyeleri ve sendika mensupları katıldı.

Programın açılış konuşmasını Türk Eğitim Sen Şube Başkanı İsrafil Bayrak gerçekleştirdi.   Bayrak yaptığı konuşmada; “Merkez Yönetim Kurulumuzun aldığı karar gereği yapılan il istişare toplantıları İlimizde de devam ediyor. Genel Mevzuat ve Toplu Sözleşme Sekreteri Sayın M. Yaşar Şahindoğan, Genel Eğitim ve Sosyal İşler Sekreteri Sayın Cengiz Kocakaplan istişare toplantımıza hoş geldiniz. Türkiye Kamu-Sen Artvin il Temsilcisi Sayın Uğur Özer, Türk Sağlık-Sen Artvin Şube Başkanı Sayın Veli Küçük, Kamu-Sen’e bağlı sendikalarımızın değerli yönetim kurulu üyeleri, Türk Eğitim-Sen Artvin Şubesi’nin kıymetli yönetim kurulu üyeleri, saygı değer kadın komisyonu üyelerimiz, değerli ilçe temsilcilerimiz, basınımızın değerli temsilcileri ve çok kıymetli sendika üyelerimiz hepiniz istişare toplantımıza hoş geldiniz, şeref verdiniz. En temel hak, İnsanın “Yaşama Hakkı” dır. Yaşama hakkı topluma,  onun siyasal örgütlenmesi olan devlete, ciddi ve ağır görevler yüklemektedir. Devlet bir yandan,  insanca yaşama hakkının sağlanması için gerekli hukuksal örgütlenmesini kurarken, diğer yandan da toplumda var olan ekonomik,  sosyal tüm zayıflıkları gidererek, ilkeli ve gerçek hayat şartlarını oluşturmalı ve korumalıdır. Bugün ülkemizde ve dünyada sosyal hayatta insan hakları konusunda büyük ilerlemeler kaydedilirken; en büyük insan hakkı ihlalleri çalışma hayatında yaşanmaya başlamıştır.

İnsanca yaşama hakkı öncelikli olarak, çalışma hakkı ve kişinin kendisi ve ailesini geçindirmeye yetecek ve insanca yaşayabilecek düzeyde bir ücret alma hakkının sağlanmasıyla mümkündür. Ülkemizde son yıllarda kamu çalışanlarına yapılan baskılar, örgütlenme alanında yaşanan zorluklar; Günümüz Türkiye’sinde, devlet hiyerarşisini hiçe sayan çalışma barışını bozan, kamuda yapılan haksız ve hukuksuz atamalarla siyasi iradeye yakın olanlar üst düzey görevlerde istihdam edilmiştir. Yine bütün Bakanlıklarda liyakat, hak ve hukuk bir tarafa bırakılarak ilçe teşkilatlarına kadar bütün kadrolar yandaşlara peşkeş çekilmiştir. Hızını alamayan, başkasının hakkını yemeyi meşru sayan işveren, bütün atamalara sözlü sınav getirerek hukuksuzluğu hukuk haline getirmiştir. Demokrasiyi savunduğunu iddia edenler, darbe anlayışıyla bir kanun çıkarıyor ve 73 bin okul yöneticisi ile 3 bin üst düzey yöneticiyi görevden alıyor. Biraz izanı, vicdanı ve ahlakı olan bir okul yöneticisi ‘benim hak ettiğim bu mu’ demeli ve bu anlayışa çanak tutanlara gereken dersi vermelidir. Son 11 yılda, sadece kendisi için yaşayan insan sayısı arttı. Koltuk, makam, mevki için sendikalarından istifa edenler oluyor. Bu insanların sadece nefsini ön plana atan bir konuma düşmesi ülkemiz adına bir kayıptır.  Değerli kardeşlerim, bu devran böyle sürüp gitmez. Yarın düzen değiştiğinde, adalet tesis edildiğinde bu zevatlar yüzümüze nasıl bakacaklar?

Diyoruz ki; kamu çalışanları, başka bir sendika daha iyi mücadele ettiği için sendikasını değiştirebilir. Bu gayet doğal bir durumdur. Ancak makam, mevki için, sözlü sınavda yüksek puan almak için sendika değiştirmesi kabul edilemez. Böylesine ezik, güce tapan zihniyetin üretimi, ruhunu pazara çıkararak adeta kendisini pazarlayan insanın Türk Eğitim-Sen’de yeri yoktur. Öte yandan en şiddetli depremler ise üniversitelerimizde yaşanmaktadır.

Maliye Bakanı Şimşek, yerel seçimler öncesinde Batman Üniversitesi’nde öğretim elemanlarıyla görüşmesi sırasında “akademik zam konusunda çalışmaların tamamlandığını, Araştırma Görevlisi, Öğretim Görevlisi gibi öğretim elemanlarına yüksek oranda seyyanen zam yapılacağını ve diğer Öğretim Üyelerine de performans sistemine göre bir iyileştirme yapılacağını” söyledi. Bakanın beyanı doğru ise akademisyenlerin beklediği iyileştirme bu değildir. Araştırma Görevlilerinin ek göstergesi 3600’e, Öğretim Görevlilerinin ve Yardımcı Doçentlerin 4800’e, doçentlerin 5300’e, profesörlerin de 7000’e çıkarılması gerekmektedir. Yine memurların ve şeflerin ek göstergesi 3000’e, şube müdürü, fakülte ve yüksekokul sekreterlerinin 3600’e çıkarılması bir zaruret haline gelmiştir. Ayrıca şeflerin birinci dereceye kadar yükselmelerine izin verilerek, şube müdürü, fakülte ve yüksekokul sekreterlerine makam tazminatı verilmelidir. Öğretim üyeleri arasında makamlı ve makamsız ayırımı hangi antidemokratik zihniyetin eseridir? İşte bu zihniyet öğretim üyeleri arasındaki maaş dengesizliğini zirveye taşımıştır.

Nitekim 31 yıl çalışan bir yardımcı doçentin maaşı 2895 TL, emekli olduğunda maaşı 2097 TL iken, aynı hizmet yılı bulunan bir profesörün maaşı 4750 TL, emekli maaşı da 4354 TL’dir. 41 yıl hizmeti bulunan bir profesör 4950 TL maaşa mukabil 4700 TL emekli maaşı alabilmektedir. Görüldüğü üzere hem maaşlarda ve hem de emekli maaşlarında yardımcı doçentlerin aleyhinde büyük bir farklılık ve düzensizlik bulunmaktadır. Bunun esas nedeni de yardımcı doçentlerin makam tazminatının bulunmaması ve ek göstergelerinin 3600’de bırakılmasından kaynaklanmaktadır.

Bu düzensizlik ve farklılık üniversite idari personeline gelince daha da artmaktadır. Şöyle ki, üniversite mezunu ve 31 yıl hizmeti bulunan bir memur 2300 TL maaş alırken emekli olduğunda 1654 TL emekli maaşı alacaktır. 31 yıl hizmeti bulunan üniversite mezunu bir şef maaş olarak 2400 TL, şube müdürü ve yüksekokul sekreteri 3400 TL maaşa mukabil normal memur gibi 1654 TL emekli maaşı alacaktır. Fakülte sekreterleri 3500 TL maaşa mukabil 1700 TL emekli maaşı alabilecektir. Şube müdürü, yüksekokul ve fakülte sekreterleri ile aynı konumda bulunan daire başkanları 3900 TL maaş ve emekli olduklarında da 2800 TL’nin üzerinde emekli maaşı almaktadır.

On iki yıldan beri üniversite çalışanları, öğretmenler ve bütün kamu çalışanları ölüm-kalım mücadelesi vermektedir. Mağduriyet edebiyatı ile iktidar olanlar on iki yıldan beri mağdur etmedikleri ve hakkını yemedikleri nerede ise kimse kalmamıştır. Nitekim hak gaspları, haksız ve kanunsuz olarak görevden almalar, sürgünler ve mobing uygulamaları tavan yapmıştır. Üniversitelerimizdeki hocalar dünyadaki meslektaşlarıyla mukayese edilince; onlardan 3 kat-5 kat daha az maaş aldıkları ortaya çıkmaktadır. Nitekim Kanada’da bir öğretim elemanı aylık 5,733 - 9,485 dolar, Amerika Birleşik Devletlerinde 4,950 - 9,118 dolar, Güney Afrika Cumhuriyetinde 9,330 dolar, Suudi Arabistan’da 8,524 dolar, İngiltere’de 8,369 dolar, Malezya’da 7,864 dolar, Avustralya’da 7,499 dolar, Hindistan’da 7,433 dolar maaş almaktadır. Ülkemizde öğretim elemanları Brezilya ve Kolombiya’daki meslektaşlarından daha az maaş alır konuma getirildi.

Nasıl ki mahkeme kadıya mülk olmaz ise, bu iktidar sizden öncekilere olduğu gibi size de tapulu mülk değildir. Bir gün sizden de gidecektir. Türk Eğitim-Sen olarak talebimiz:

Akademik personelin bilimsel çalışma şartlarını ve imkânlarını çok hızlı bir şekilde düzeltecek tedbirleri düzenleyerek hayata geçirmelisiniz. Aynı şekilde, özlük haklarının da hiç vakit kaybedilmeden ıslah edilmesi kesin şarttır. Ancak, hepsinden acil ve hemen ilk elde yapılması gereken, Üniversite personelinin ücretlerinin mutlaka ve behemehâl statülerine yaraşır bir seviyeye çıkarılması gerekmektedir. Yine bu cümleden olmak üzere, Üniversite personeline de ilk ve orta öğretimde olduğu gibi, her yarıyıl açılışında en az 1 (bir) maaş tutarında“ bilimsel çalışmaya katkı payı” ödenmelidir.

Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, YÖK’ün kuruluş felsefesi ve işleyişi bakımından bugün artık yaşamasının ve savunulmasının mümkün olmadığını belirterek “Artık bu kurumu geçmişe bir tepki olarak değiştirmek de yetmez. YÖK’ü de tamamen lağvetmemiz lazım. Umarım en kısa zamanda bu kurum özlendiği gibi 21. yüzyıl Türkiye’sinin beklentilerine uygun bir denetleme, planlama ve koordinasyon kurumu haline dönüştürülecektir” demişti.

31.08.2013 tarih ve 28751 sayılı Resmi Gazete ’de yayınlanan Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmelikte Değişiklik gereği YÖK,  en geç altı ay içinde Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliğini değiştirerek yayınlaması gerekirdi. Ancak aradan yedi buçuk ay geçmesine rağmen YÖK, ilgili yönetmeliği henüz yayınlamamıştır. Resmen suç işlenmesine rağmen devletin denetimle ilgili kurumları çalışmadığından YÖK’ün bu aymazlığı görmezlikten gelinmektedir. Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Sınavı yapılmadığından on binlerce idari personelin özlük hakkı göz göre göre gasp edilmektedir.

Üniversite Rektörleri bunu fırsat bilerek akla hayale gelmez entrikalarla hak etmeyenleri önemli görevlere getirmektedir. Bu da üniversiteleri yaşanmaz konuma getirmiş, binlerce yetişmiş memur üniversitelerde yükselmelerinin önü kesildiğinden başka kurumlara geçmiş veya geçmeye çalışmaktadır. Yönetmelik gereği üniversitelerde en geç iki yılda bir Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Sınavı yapılması gerektiği halde beş veya on yıldan beri bu sınavların yapılmadığı üniversiteler bulunmaktadır. Bunun sonucu on binlerce üniversite idari personeli hak ettiği halde bir üst kadroya geçememektedir. Yine hizmetli kadrosunda bulunan binlerce üniversite mezunu memur kadrosuna geçemediğinden önemli hak kayıplarına maruz olmaktadır.

MEB YANGIN YERİ: On iki yıldan beri devam eden hükümetler, uyguladıkları eğitim politikalarıyla eğitimi içinden çıkılmaz bir noktaya taşımışlardır. Eğitim çalışanları arasında huzur kalmadığı gibi, kazanmış oldukları özlük haklarının da çoğu ellerinden alınmıştır. Eğitim tarihimizde böylesine bir zulüm ve işkence hiçbir dönemde yaşanmamıştır. Nitekim on iki yıl boyunca akla hayale gelmez entrikalarla, hak etmedikleri halde on binlerce kişiyi MEB’de kurum yöneticisi olarak atamışlardır. MEB Kanunu ile Milli Eğitim ve Üniversiteler tamamen siyasi iktidarın tahakkümü altına alınmıştır. Bu kanunla birlikte ülke genelindeki 4 yılını dolduran bütün okul müdürleri, müdür yardımcıları, il ve ilçe Milli Eğitim Müdürleri, il Milli Eğitim müdür yardımcıları ve MEB merkez teşkilatının müsteşar hariç bütün idarecileri görevden alınmıştır. Daha doğru bir ifade ile MEB’in hafızası silinmiştir. Görevden alınan bütün idarecilerin idarecilik hakkı bu kanunla özlük hakkı olmaktan çıkarılarak siyasetin emrine verilmiştir. Artık görevden alınan hiçbir idareci özlük hakkım elimden alındı diye yargıya başvuramayacaktır. Haksız ve hukuksuz olarak idarecilik görevi alınan eğitim çalışanları yerine siyasi iktidarın onay verdiği kişiler idarecilikle görevlendirilecektir.

KPSS sınavını kazanıp aday öğretmen olanları adaylık sürecinde performansa tabi tutacak, performansını yeterli bulduklarını sözlü sınavına alacak ve sözlü sınavında başarılı olanları öğretmen olarak atayacak, sözlü sınavını geçemeyenlerin görevine son verecektir. Yine üniversitelerde Araştırma Görevlisi olacaklar merkezi sözlü sınavıyla belirleneceğinden, Siyasilerin ilçe ve il başkanlarının belirleyeceği kişiler dışında hiçbir kimse üniversiteye öğretim elemanı olarak giremeyebilecektir.657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda yer almayan “yönetim görevinden ayırma, görevden çekilmiş sayma, üniversite öğretim mesleğinden çıkarma” gibi cezaları 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’na ilave ederek öğretim üyeleri üzerindeki baskıyı artırma ve keyfi disiplin cezalarına karşı idari yargıya başvurmanın önü kesilmektedir.

Türk Eğitim Sen, Özellikle 22.maddesi ve 25. Maddesi delaleti ile 652 sayılı KHK ya eklenen Geçici 10. Maddesi hukuk ve hakkaniyet anlayışı ile bağdaşmayan ve Milli Eğitim Bakanlığında adeta bir kıyım yaşanmasına neden olan söz konusu Kanunun sıkıntılı maddelerini her platformda gündeme getirerek gerekli adımları atmaktadır. Anayasa Mahkemesi´nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanununun 35. Maddesi gereğince Kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin Anayasaya aykırılığı iddiasıyla doğrudan doğruya iptal davası açmaya yetkili olanlar Cumhurbaşkanı, İktidar ve Ana muhalefet partisi Meclis grupları ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az beşte biri oranındaki üyeleridir. Bu düzenlemeye de dayanarak CHP, pek çok bakımdan hukuk ve hakkaniyete aykırı olan MEB Temel Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun birçok maddesinin yürürlüğünün durdurulmasını ve iptali için 18.04.2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine başvuru yapmıştır. Sonucunu merakla beklemekteyiz. İnşallah yaşanan haksızlık ve hukuksuzlukların yürütmesini durdurulur. Kıymetli arkadaşlarım, yaşadığımız bu olumsuzlukları tam manasıyla aktarabilmem adına yapmış olduğum bu uzun konuşma nedeniyle beni sabır göstererek dinlediğiniz için; öncelikle hakkınızı helal etmenizi bekler, saygılarımı sunar, hepinize teşekkür ederim” ifadelerine yer verdi.

Devamında ise Genel Mevzuat ve Toplu Sözleşme Sekreteri M. Yaşar Şahindoğan kürsüye çıktı. Şahindoğan konuşmasında; “Türk Eğitim-Sen ve Türkiye Kamu-Sen belli ilkelerin, belli amaçların bir araya getirdiği insanlardan oluşmuştur. Bizi diğer sivil toplum kuruluşlarından ayıran bazı özellikler bulunmaktadır. Sizler de Türk Eğitim-Sen ve Türkiye Kamu-Sen’in özellikleri nedeniyle bu çatı altındasınız. Türk Eğitim-Sen ve Türkiye Kamu-Sen’in bir parçası olmak kamu çalışanlarının meselesini öncelikli mesele olarak kabul etmek ve bu ülkenin bölünmez bütünlüğünden yana bir duruş ortaya koymak demektir. Sendikamız ve konfederasyonumuz Edirne’de ne söylüyorsa, Kars’da da, Hakkari’de de, Antalya’da da, Diyarbakır’da da aynı şeyi söylüyor. Biz bu ülkenin bölünmez bütünlüğünden yanayız. Bu ülkeyi oluşturan milli ve manevi değerlerin takipçisiyiz. Bunları söylerken de öncelikle kamu çalışanlarının ve eğitim çalışanlarının meselesini her zaman önceliğimiz kabul ediyoruz. Bizim için sendikacılıkta birinci öncelik çalışanların sorunlarıdır. Çalışanların sorunlarını çözemeyen,  bu sorunların çözümü için mücadele etmeyen bir sendikacılık anlayışı bizim anlayışımız değildir” dedi.

MEB Yasası ile ilgili de açıklamalar yapan Şahindoğan;  “Bu kanun Türkiye Cumhuriyeti tarihinin bugüne kadar karşılaştığı en büyük tasfiye kanundur. MEB’de tüm yönetim kademeleri tasfiye edilmektedir. Böyle bir tasfiye darbe dönemlerinde bile yapılmamıştır. Bu demokrasiye bir darbedir. Darbe, sadece silahla, postalla olmaz; bazen de böyle demokratik usuller içinde gelenlerin insanların kazanılmış haklarını ellerinden aldıkları sivil darbeler de olur.  Bu kanun bir darbe kanunudur. Kanunun çıkmaması adına ortaya koyduğumuz mücadeleyi, kanunun iptali noktasında da ortaya koyuyoruz. Kazanılmış hakları yok sayan bu kanun, tamamen keyfi bir yönetici atama sistemi getirmeyi amaçlamaktadırlar. Kendi yandaşlarının, kendilerine biat eden insanların yönetim kademelerine atanmasını istiyorlar. Bu anlayış asla kabul edilemez. Bu kanuni düzenleme ana muhalefet partisi tarafından Anayasa Mahkemesine götürüldü. Muhtemelen Anayasa Mahkemesi tarafından orda olmazsa, tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelere aykırılık noktasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından iptal edilecektir. İptal edilene kadar bu işin peşini bırakmayacağız.

Yetki sürecinde Türk Eğitim-Sen’i yetkili yapmanın mili bir görev olduğu kadar, mesleki bir sorumluluk da olduğunu kaydeden Şahindoğan, “Biz her zaman çalışanların yanınızdayız. Çalışanların sorunlarının çözümü için gerek hukuki gerek idari olarak ne yapmamız gerekiyorsa yapıyoruz ve yapacağız.  Türk Eğitim-Sen’e üye olarak bir duruş ortaya koyan eğitim çalışanlarına hizmet etme, onları mahcup etmemek ve her türlü mücadeleyi ortaya koymak da bizim boynumuzun borcudur” diyerek konuşmasını sonlandırdı.

Arından kürsüye bir diğer Genel Merkez Temsilcisi olan Genel Eğitim ve Sosyal İşler Sekreteri Cengiz Kocakaplan çıktı. Kocakaplan konuşmasında Türk Eğitim Sen’in yüzde yüz yerli ve yüzde yüz milli bir sendika olduğunu söyleyerek, “Türk Eğitim Sen; iktidarlarla büyüyen değil, eğitim çalışanları ile yürüyerek büyüyen bir sendikadır. Alnı açık başı dik çalışanların sendikasıdır. Türk Eğitim Sen, şairin ‘Bir doğrunun imanı, bin eğriyi düzeltir’ ifadesindeki bin eğriyi düzeltmeye namzet doğrulardan oluşan bir sendikadır. Türk Eğitim Sen; gururla ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ diyebilenlerin sendikasıdır” diye konuştu ve katılımcılara Türk Eğitim Sen’e vermiş oldukları destekten dolayı teşekkür etti.

Kocakaplan kamu çalışanlarının çalışma hayatına yönelik çok ciddi tehditlerle karşı karşıya olduğunu söyleyerek, “Kamu çalışanlarının Cumhuriyet tarihinin en önemli kazanımı iş güvencesidir. Ancak bugün iş güvencemiz tehdit altındadır. İş güvencesi kamu çalışanlarına devlet, millet adına görev yaparken, siyasi iktidarların baskılarından uzak olmaları, milletin ve devletin menfaatlerini korkmadan korumaları için verilmiştir. Ama bugün devletin yapısı değiştirilmeye çalışırken, devlet memurluğu tanımı bu yönüyle ortadan kaldırılmak istenmektedir.

17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu başladıktan sonra gitmiş olduğu Pakistan’dan dönüşte uçakta bir gazeteci Başbakana soruyor: ‘Sayın Başbakan, bu polis memurları, eğer çete mensubuysa, neden görevden almıyorsunuz da sadece yerlerini değiştiriyorsunuz?’ Başbakan da ‘Bu 657 ile yapılamaz. Değişirse yapabilirsiniz. Bir anonim şirkette bunu yaparsın. İhbarı, kıdemini verir kapının önüne koyarsın. Niye devlet diyorlar? Kapağı attın mı bir daha atamazlar. Akşam beşi bekle, emekliliği bekle. Bunun üzerinde çalışacağız. Bazı gelişmeler bize ufuk kazandırıyor. Anayasal ve diğer mevzuat değişiklikleriyle yapılabilir’ şeklinde cevap veriyor.

 

Kafalarının arkasında her zaman iş güvencemizden rahatsızlık var. Farklı bakanlardan da şuna benzer sözleri çok duyduk: ‘Ömür boyu iş garantisi olur mu? Çalışan da, çalışmayan da aynı maaşı alıyor. Zaten Türkiye’de devlet memuru sayısı çok fazla.’ Bu tür söylemler ile sürekli devlet memurunu itibarsızlaştırma kampanyası yapılıyor. Türkiye’de devlet memuru sayısı fazla değil. Devlet memurlarının sayısını gelişmiş ülkeler ile karşılaştıralım. OECD ülkeleri ortalamasına göre, 15 vatandaşa bir devlet memuru düşüyor, Türkiye’de 29 kişiye 1 devlet memuru düşüyor. Türkiye’nin OECD ortalamasını yakalaması için 2 milyon 600 çalışan üzerine, 2 milyon 281 bin kişi daha istihdam etmesi lazım. Fazlalık yok. Aksine Türkiye’de devlet memuru sayısı, OECD ülkelerine göre neredeyse yarı yarıya daha az. Bunlar oluşturulmak istenen kirli senaryonun birer gerekçesi olarak ortaya atılıyor. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu için ‘köhne bir kanun’ diyorlar. Bunlara göre kanunun köhne olan tek yeri iş güvencesi sağlamasıdır. AKP iktidarı kuralsız ve güvencesiz çalıştırmayı fiili olarak taşeronlaşma ile uygulamaya zaten koymuştur. 11 yıl önce kamuda taşeron firmalarda çalışan sayısı 15 bin iken, bugün bu rakam 500 bin’e ulaşmıştır. Özelleştirilen kurumlarda çalışanlar mağdur edilmiş, 4-C’li çalışan köleler haline getirilmiştir. Çalışanlar kendisine tuzaklar kuran bu siyasi iktidara da, onun yardakçısı sendikaya da ilk fırsatta bir ders vermelidir. Son olarak ise Kamu Sen İl Temsilci Uğur Özer söz aldı kısa bir konuşma yapan özer, ilginç benzetmelerde bulundu. Özel konuşmasında, “Sizler Türkiye Kamu Sen”in şerefli mensuplarısınız iyi ki varsınız. İçerisinde bulunduğumuz mücadele içerisinde bizleri terk eden farklı menfaatleri uğruna davamızı ve bizlerimi bırakıp giden arkadaşlarımız oldu, fakat unutulması gereken şudur ki şerefle bitirilmesi gerek en ağır görev hayattır. Bir lokma ekmek için şerefini ayakları altına almaya, bir anlık zevk için namusunu lekelemeye, günlük menfaat için faziletini karartmaya değmez. Bunun için insanların kendilerini sorgulaması bulunduğu yerler bir kez daha bakmaları gerekmektedir. Sayın başbakan meydanlara çıkıp bir fatih projesi dilendiriyor. Neydi Fatih projesi ? Fırsatları arttırma teknolojiyi iyileştirme hareketi. Fırsatları adı altında tablet bilgisayar dağıtıyorsunuz, akıllı tahtalar sınıflara koyuyorsunuz. Fakat bu ülkenin realitesi bu değil, halen daha kaloriferli olmayan okullar var, tezekle ısınan okullar var bu ülkede bu ülkenin gerçeği tezektir. Nedir Tezek? Türk eğitimde zorluklarla eğitimcilerin küstürülmesidir. Yani Fatih’le bu milleti kandırmaya bu milleti uyutmaya gerek yok Elhamdülillah fatihin torunlarıyız ama adına yakışır şekilde fatih projesi yürütemeyeceksen rahmetli fatihinde adını kirletme” diyerek sözlerini tamamladı

Konuşmaların arkasından sendikal mevzuat, MEB mevzuatı ve uygulamaları ile üniversite çalışanlarının sorunları hakkında sorular cevaplandırıldı, fikir alışverişinde bulunuldu.


Serhad Artvin Gazetesi © 2012 Tüm Hakları Saklıdır.
İnönü Caddesi. Karahan İşhanı No:16/A - ARTVİN -- Tel :0(466) 212 11 29 - Faks: 0(466) 212 38 84 - E-Posta: osengun{at}hotmail.com