Milli Bayramımız! 23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı

2019-04-23 08:23:45

Milli Bayramımız!

Türk Ocakları Artvin Şubesi Başkanı Hüseyin Kurt, 23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı nedeniyle açıklamalarda bulundu.

Kurt yaptığı yazılı basın açıklamasında; “İbni Haldun’un Mukaddemesindeki meşhur cümleyi artık mektep çocuklarından bile işitmeyen kalmadı.

Milletlerin de fertler gibi gençliği, ihtiyarlığı ve ölümü varmış. Hakikaten ne kadar milletler var ki müthiş bir kudretle genişlediler, sonra elastikiyeti kaybolmuş bir zemberek gibi tevakkufa uğradılar, en sonra da kalbinin darabanı durmuş bir ihtiyar gibi tarihin nisyandan yapılmış kabrine gömüldüler.

İbni Haldun’un o sözü bize de tatbik edildi. Biz de Söğüt ve Domaniç taraflarında doğmuş, bir iki asır süratle büyümüş ve bir iki asır da mütemadiyen göçmüş ve küçülmüştük. Artık bizim de varacağımız son merhale ölümdü.

Biraz okumak ve yazmak bilenler sanki evvela İbni Haldun’un o cümlesini öğrenmişler gibi derhal hükmederlerdi:

Bu millet ölüme mahkûmdur!

Evet, bizde de doğup büyüyen, büyüyüp ihtiyarlayan, ihtiyarlayıp göçen bir şey vardı. Fakat bu Millet değil hükümet, halk değil saltanattı. Fatih’in meşhur kafesi, aşağı tabaka ile yukarı tabakanın son ayrılık serhaddi oldu. Yukarı tabakanın edebiyatı ayrı, lisanı ayrı, zevki ayrı, her şeyi ayrı idi.

Hükümdarlar saraylarına, vezirler konaklarına, âlimler evlerine kapandılar. Zenginleri yalnız keselerini,  valiler keyiflerini, memurlar ancak tefeyyüzlerini düşünüyorlardı. Milletin başında serhadlere koşan padişahlar, ahalinin içinde yaşamayı saraylara tercih eden müderrisler, hayatının pahasına mal olsa hakikati söylemekten çekinmeyen bahadırlar hep birer efsane oldu. Yüksek tabaka çürüyor ve göçüyordu!

Yüksek tabaka artık tamamen çürüyüp göçeceğini anlayınca, silkinir gibi oldu. Yüzünü şarktan garbe çevirdi. Yeni kanunlar, yeni nizamlar yaptılar. Yeni mektepler, yeni daireler açtılar. Lakin gene yüksek tabaka halk ile birleşmiş değildi. Halk nasıl İran’dan Fransa’ya dönen bu edebiyattan bir şey anlamamışsa ve halk nasıl gene kendi koşmalarını terennüm edip gitmişse teceddüt devrimizin bütün o kanunlarından ve nizamnamelerinden de bir şey anlamamış, halk gene kendi sapanı ve kendi çekiciyle kalmıştı:

Yüksek tabakanın bütün o tahavvülatı çimentolu bir Zemin üzerinden akan yağmur gibi toprağa bir santim iz bırakmadan geçip gidiyordu.

Yüksek tabakada bu köksüz ve yarım tereddütlere rağmen bu saltanatın haritası her harpten sonra biraz daha kırpılırken hep “Ah ölüyoruz “diye inliyorduk. Yüksek tabaka saltanat hayatında yaşadığı için o hayatın görüşünü bu milletin ölümü sanıyordu. Ve kendisi milletin içine inmediği için milletin kendi arkasından gelmemesine kızıyordu. Yüksek tabaka ki millet bırakmış ilerlerde serseri dolaşıyordu. Millet ki asırlardır yüksek tabakanın nerede olduğunu ve ne yaptığını unutmuştu. Lakin nasıl edebiyatımız nihayet şarkı garbı bırakarak son zamanlarda kendini aramaya başladıysa, yüksek tabaka da hakiki terakkinin önden koşmakta değil, milletle birlikte yürümekte olduğunu anladı. Fakat bu iki tabakayı birbirine kavuşmaktan meneden, çürümüş bir saltanatın mâniaları vardı. Yüksek tabaka sallanan saltanatına uza ve sıcak iklimlerde destekler kurmak için çalışırken, asıl millet bulamıyordu. Nihayet mütarekeden sonra saltanat büsbütün küçüldüğü vakit yüksek tabaka da halkı içine düştü ve asırlardır yekdiğerini kaybeden iki tabaka Ankara ‘a birbirine kavuştular.

Artık bu kavuşmayı bir kaynaşma yapmaktan başka hangi işimiz ve hangi emelimiz var?

Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tarihimizde son derece özel bir yeri vardır. Bu meclis, hem  “ Kurucu Meclis “ gibi yeni ve çağdaş Türk Devletinin temellerini atmış, hem de Ulusal Kurtuluş Savaşımızı yönetip zafere ulaştıran iradenin kaynağı olmuştu.

Vatanseverliğin, fedakârlığın, feragat ve cesaretin simgesi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi tam doksan dokuz yıl uzaktan bakıldığı zaman bir “ İhtilal Meclisi “ görünümünü taşımaktaydı. Ona en çok yakışan ad bu olurdu. Daha ilk toplantı gününde Meclis, kendisinden daha yüce bir kuvvet olmadığına karar vermiş, bu kararını bütün dünyaya ilan etmekten de çekinmemiştir. Bu davranışıyla İstanbul’daki Sultan’ı yok farz ediyor ve onun başındaki tacı, kendisinin temsil ettiği milletin başına oturtmuş oluyordu.

İşgalci İtilaf Devletleri tarafından darbe ile ve cebren İstanbul’da Millet Meclisi dağıtıldıktan ve milletvekilleri götürüldükten, İstanbul Millet Meclisi bırakıldıktan sonra, Temsil Heyeti Başkanı olarak Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığı en akıllı, en mükemmel hareket Anadolu’da bir Büyük Millet Meclisi toplayarak yönetimi ona vermek olmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni toplantıya çağırmış olan Mustafa Kemal Paşa, bu Meclisin hangi koşullar altında, hangi amaçla toplanmış bulunduğunu 24 Nisan 1920 günü uzun konuşmasının sonunda anlatıyor. İleriye ait görüşlerini de gene aynı toplantıda belirtmiş bulunuyordu.

En yaşlı üye Şerif Bey’in başkanlığında sürdürülen o toplantıda Reis Paşa, Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarını özetledikten ve bu arada yaptığı muberelerin bazı belgelerini de açıkladıktan sonra sözlerine şöyle devam etmişti:

İstanbul’un işgali, şekil ve mahiyeti bakımından Osmanlı Devletinin egemenliğini temelinden yok etmek ve milletin esaret ve zilleti bir olup- bitti olarak telakki etmesine yol açmak amaçlarına yönelik bir harekettir. Çünkü İstanbul’da doğrudan doğruya devlet gücüne el konulmuştu. Şöyle ki; her şeyden önce Mebuslar Meclisi çalışamaz hale getirilmiştir. Şu halde yasama gücü mevcut değildir.

Bundan başka icra kuvveti ( Yürütme Gücü ) de siyasi esaret altına konulmuştur. Çünkü kim olursa olsun, yabancı kanununa göre yargılanabileceği ilan olunmuş, bütün muhabereleri kontrol altına alınmış, nefsini savunmaya mahsus teşkilatı doğrudan doğruya iptal olunmuş ve tümüyle saldırganların emri altına sokulmuştur.

Binaenaleyh bu aşağılanmış durumu Kabul etmiş olan Ferit Paşa Hükümeti, bağımsızlığına şiddetle ve içten bağlı olan milletle arasındaki her türlü bağları ve ilişkileri tabiatıyla kaybetmiş ve millet aleyhinde düşmanla işbirliği yaparak hareket etmekte bulunmuştur.

Üçüncü olarak, devlet halinde örgütlenmiş bir toplumun anayasasında, adalet gücünün önemi üstünde fazla söz söylemeye gerek yoktur. Milletlerin yargılama hakkı bağımsızlıklarının ilk koşuludur. Yargılama gücü bağımsız olmayan bir milletin devlet halinde varlığı Kabul edilemez. Hâlbuki İstanbul’da halk arasında yürürlükteki kanunlara göre hiç bir suçla suçlanamadıkları halde yüzlerce vatandaşın tutuklanmasına devam olunması, İtilaf Devletlerinin görüşlerine aykırı söz söylemek bile suç sayılarak ortaçağın savaş adetlerine göre davranılması adalet gücünün hükmen yok olduğunu göstermiştir.

Şu halde millet bugün 700 yıldan beri yüce bir inanış ve şanla koruyup savunduğu bağımsızlığını ve varlığını sürdürebilmek için İstanbul olayının ( yani İstanbul’un işgal edilmesinin ) yol açtığı hukuki durumu onarmak zorunluğundadır ve bunda o kadar acele edilmelidir ki uzun sürecek bir egemenlik boşluğunun, Tanrı korusun devletin çöküşü gibi bir sonuç doğurarak düşmanlarımızın tasavvurlarını gerçekleştirmesin.

Mustafa Kemal Paşa, bu genel düşüncelerini şu sözlerle sona erdirmişti:

Davamızın meşruluğu ve bütün milletlerin insanlık ve adalet duygularına sahip bulunduğuna inandığımız yüreklerinin bizimle beraber ve bize her zaman yardımı olacağına tam güvenimiz, başarı umutlarımızın kalplerimizde bir anlık tereddüde bile yer vermeyecek derecede sonsuz güçlerdir. Özellikle Tanrı her zaman bizimledir.

Dünya tarihinde hizmet bilançosu birinci meclis kadar şerefli ve görülmemiş tehlikelere göğüs germiş bir kahraman meclis gösterilemez. Bu Meclis Mustafa Kemal Paşa’nın daha Erzurum’da Amerikan Generali Habord’a söylediği şu sözleri ispatlamış ve perçinlemiştir.

“ Bir Millet, kurtuluş uğrunda topyekûn ayağa kalkarsa başarmamak olasılığı yoktur. “

23 Nisan Meclisini Mustafa Kemal ’siz ve Mutafa Kemal’i, Meclissiz düşünmeye olanak yoktur. Millet tarihimizin asırlardır özlediği liderini bulmuş ve onunla harikalar yaratmıştır.

Kahraman Meclis’in bütün üyelerini minnetle anarız.

23 Nisan 1921 tarihinde TBMM’ye verilen bir önerge ile 23 Nisan gününün, Türk Milleti’nin bağımsızlığını elde ettiği gün olarak Resmi Bayram Kabul edilmesi ve kutlanması istenmişti. Aynı gün kabul edilen bu önerge ile daha bu tarihte 23 Nisan, Milli Bayram olarak Kabul edilmiş ve kutlanmıştır.

Türk Çocuklarına hediye edilen bu büyük bayramın  “ Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı “ , yani Meclis’imizin açılışının 99. Yılını, Bayram olarak da 98. Yılını kutluyor, milletimize kutlu olsun diyorum.

Sözlerimi Büyük Atatürk’ün bu konudaki görüşlerinden birsi ile tamamlamak istiyorum:

“ İtiraf edelim ki, biz üç buçuk sene evveline kadar cemaat halinde yaşıyorduk. Bizi istedikleri gibi idare ediyorlardı. Cihan, bizi temsil edenlere göre tanıyordu. Üç buçuk senedir, tamamen Millet olarak yaşıyoruz. Bunun maddi ve bariz şahidi, Şekl–Hükümetimiz ve Mahiyet – Hükümetimizdir ki, O’nu kanun Büyük Millet Meclisi diye tevsim etti.    23 Nisan 2019 Kaynak: 1 ) Atatürk’ten Düşünceler  ( Ord. Prof. Enver Ziya Karal ), 2 )Atatürk Ansiklopedisi  (May Yayınları A.Ş. ), 3 ) O Zamanlar ( İsmail Habip Sevük )” ifadelerini kullandı.


Serhad Artvin Gazetesi © 2012 Tüm Hakları Saklıdır.
İnönü Caddesi. Karahan İşhanı No:16/A - ARTVİN -- Tel :0(466) 212 11 29 - Faks: 0(466) 212 38 84 - E-Posta: osengun{at}hotmail.com